GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE NİĞDE’NİN MİMARİ MİRASI

Uğur Deniz SÖKMEN,

(Y. Mimar & Öğr. Gör.) Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Başkanı

Niğde…

İç Anadolu’nun, Antik dönemdeki adıyla Kapadokya’nın güneyinde sessiz sakin, Anadolu sarısı bir şehir. Kapadokya denince Nevşehir, Ürgüp, Göreme aklımıza gelir de Niğde bir türlü gelmez. Komşusu Nevşehir’in şöhreti, canlı turizmi yanında asaletli bir ağırbaşlılıkla iddiasız bekler durur.  Oysa Kapadokya’nın kalbi asırlarca bu şehirde atmıştır. Önemli ticaret yolları üzerindeki konumu, tarih boyunca pek çok uygarlığa yurt olmuş topraklarıyla zannedilenin çok üzerinde bir kültürel mirası barındırır.

Sahip olduğu kültür hazineleri ehil olmayan gözler tarafından ilk aşamada kolayca fark edilmez, sırlarını hemen ortaya dökmez bu şehir. “Arayanlar” için peçesini yavaş yavaş kaldırır, zamanın ötesinden öyküler fısıldamaya başlar. Okyanus Tanrıçası Tetis’in denizlerin içinden Anadolu’yu doğurduğu; Ateş Tanrısı Vulcan’ın toprağı ateşten ırmaklarla suladığı öte zamanları anlatır.

Fotoğraf 1. İç Anadolu’da en görkemli volkanlardan biri Hasandağı. Çifte zirvesiyle en son 8.200 yıl önce püskürdü ve Çatalhöyük halkı bu kükreyişi duvarlarına çizdi. Mehmet Keskin – Atlas 201

Erciyes’in, Hasandağı’nın, Melendiz’in, Göllüdağ’ın ve daha yüzlerce volkanın patlamasıyla önce bir ateş topuna dönen Anadolu sonra sakinleşir, durulur; yaşamın filizlenmesine izin verecek mayaya ulaştığında, “zaman” işlemeye başlar. Ana tanrıçanın bu kutsal toprakları, sayısız uygarlığa yuva olmaya hazırdır artık.

Arkeolojik buluntular Niğde ve çevresinin insanlığın çok eski dönemlerinden beri yerleşilen bir alan olduğunu gösterir.

Fotoğraf 2. Niğde, Göllüdağ – Kaletepe Deresi

Volkanik faaliyetler sonucu ortaya çıkan doğal bir cam olan obsidiyen ilk insan topluluklarının aletlerini yapmak için kullandıkları çok önemli bir malzemedir. Orta Anadolu’nun en büyük volkanlarından biri olan Niğde Göllüdağ’ın eteklerinde, Kaletepe Deresi’nde obsidiyen aletlerin çıkarıldığı ve kullanıldığı Paleolitik dönemin ilk insan yerleşimleri keşfedilmiştir. Bu yerleşimler günümüzden 160 bin ila 1 milyon yıl öncesine tarihlenir. Hâlâ kazılmakta olan bu buluntu yeri Anadolu’nun ilk iskânıyla ilgili sorulara yanıt verebilecek, şimdilik bilinen tek buluntu yeridir (nigde.ktb.gov.tr).

İl merkezinin batı kısmındaki Kayaardı Tepesi’nde bulunan Neolitik dönem obsidiyen gereçler ise, burada mevsimlik olarak kullanılan bir başka yerleşmenin varlığına işaret etmektedir (F. Yılmaz 1999).

Niğde’nin Bahçeli Beldesi’ndeki Köşk Höyük’te yapılan kazılar Bor Ovası’nın tarım ve hayvancılıkla uğraşan en eski toplumunun bu alanda yerleştiğini göstermektedir (MÖ. 6050-4911). Bu döneme ait, ölülerin konutların tabanına gömülmesi, başın gövdeden ayrılarak yüzün kille sıvanması ve yüzdeki organlara aşı boyası ile canlılık kazandırılması gibi ilginç uygulamalar ortaya çıkarılmıştır.

Fotoğraf 3. Niğde Müzesi – Kille sıvanmış aşı boyalı kafatasları. U.D. Sökmen, 2022

Antik çağda bölgenin adı Katpatuka olarak geçer.  Khepat-ukh,  Khepat halkının yurdu, güneşin ve tanrıların kraliçesi Ana Tanrıça Hepat’ın topraklarıdır. Bu isim daha sonra Hellen ağzında “Kappadokia” haline dönüşmüştür. Bölgede Kızılırmak’ın kolu olan Delice Çayın da Kappadox Nehri, eski İran/Pers belgelerinde Katpatuka Irmağı olarak adlandırıldığı bilinmektedir (B.Umar, 1993).

M.Ö. 3. binde Kapadokya Bölgesinin kadim halklarından biriyle, Hattilerle karşılaşırız. Anadolu yarımadasının bilinen en eski adı “Hatti Ülkesi”dir. Hatti (Khatti) ismi, yerel halkın dilinden gelir ve anlamının “gümüş” ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır (B.Umar,1999). Niğde ve çevresindeki gümüş madenleri ve gümüşle ilgili yerleşim isimleri düşünüldüğünde oldukça ilginç bağlantılar ortaya çıkmaktadır.

M.Ö. 2. binden itibaren Anadolu’yu istila etmeye başlayan Hint-Avrupalı kavimlerden olan Hititler, Hatti kent beyliklerini birer birer ele geçirir ve bölgeye yerleşirler. Bölgenin yerel kültürü o kadar güçlüdür ki Hititler yeni yurtlarından söz ederken “Hatti Ülkesi” adını kullanmaya devam ederler. Bilge Umar İlk Çağda Türkiye Halkı adlı kitabında Hitit başkenti Hattusa (Khattusa)’nın adının Hatti dilinden geldiğini belirtir. Bunun yanında Güneydoğuya doğru olan topraklarda yerleşik bir başka Anadolu halkı olan Hurriler de kültürleri, dilleri, inanç ve gelenekleriyle Anadolu’da önemli bir uygarlık kuran Hititleri (M.Ö. 1600-1200) kültürel altyapı olarak büyük ölçüde etkilemişlerdir.

Fotoğraf 4-5. Ana Tanrıça Heykelcikleri – Niğde Müzesi. U.D. Sökmen, 2022

Niğde ismi ise ilk kez Hitit belgelerinde Nakhita olarak karşımıza çıkar. Sonraki dönemlerde Nakhida, Nahita, Nagida Nekide gibi kullanımların devam ettiğini görürüz. Bu ismin, Hepat gibi Ana Tanrıça kültü ile ilgisi kuvvetli görünmektedir. Bilge Umar, Nakhita adının Adagida veya Anakida ile ilgili olabileceğinden bahseder.  Umar’a göre Anakida’nın Nakida olarak söylenmesi eski İran ve Luwi dillerine uygundur ve bu Ana Tanrıçayı kasteder. Bölge kültürlerinde karşımıza çıkan Ermenilerin Bereket ve doğum tanrıçası Anahit’in, İran’ın tanrıçası Anahita’nın aynı köklerden geliyor olması büyük bir ihtimaldir.

Hititlerin ardından bölge batıdan ve doğudan gelen Frigler, Kimmerler, Medler ve Persler gibi pek çok kavimin hâkimiyetinde el değiştirir. 

TARİHİ YOLLARIN KAVŞAĞINDA NİĞDE

Anadolu ticaret yolları üzerinde önemli bir noktada yer alan Niğde’de M.Ö. 2. binyılın başlarında zengin maden kaynaklarından yararlanmak isteyen Asurlular ticaret kolonileri kurarlar.

MÖ. 334’te Büyük İskender’in Anadolu’yu ele geçirmesi ile Kapadokya Makedon egemenliğine girer. Makedonyalılar, Helen kökenli olmamakla birlikte geniş ölçüde Helenleşmiş bir halk idiler. Büyük İskender’in komutanlarından, Roma hâkimiyetinde Bergama’yı yöneten Kral Eumenes’in döneminde bölgeyi Sard ve Efes Limanı’na bağlayan ve Archelais (Aksaray) ve Caesareia (Kayseri)‘den geçip Fırat Vadisine ulaşan çok önemli bir yol yapılır ve bu yol ile Kapadokya bölgesi batı medeniyeti ile tanışır. “Krallar yolu” denilen bu yol, İran’ın antik Susa şehrine kadar uzanır. Kral Eumenes’in ismi bugün Niğde’nin Bor İlçesi’nde Emen Ovası olarak yaşamaktadır (Ö. Fethi Gürer).

Klasik çağda en görkemli aşamasına ulaşan Helen kültürü, Anadolu’daki yöneticilerin beğenisini kazanır ve bu yöneticiler çevrelerini Helen sanatçıları ve bilginleriyle doldurur. Bununla birlikte parlak Hellen kültürü ve devamındaki Roma kültürü her ne kadar bölgede etkili olsa da Anadolu halkının büyük çoğunluğunun hala yöresindeki yerli kültüre bağlı olduğu görülür (B. Umar).

Roma döneminin ünlü tarihçisi Strabon (MÖ.64–MS.24) Kapadokya’daki on valilikten biri olan Tyanitis eyaleti ve başkenti olan Tyana’dan “Suriye’ye en kolay geçit veren ve en çok kullanılan Taurosların altındaki Kilikya kapılarında bulunan Tyana…” olarak bahseder.

Fotoğraf 6-7. Tyana Antik Kenti kalıntıları. Kemerhisar Niğde.  U.D. Sökmen, 2022

Tyana’nın kalıntıları üzerinde bugün Niğde’nin Kemerhisar ilçesi yer almaktadır. Tyana daha eski tarihlerde Hitit Krallığı’nın Tuwanuwa kenti olarak karşımıza çıkar. Dönemin en görkemli şehirleri arasında yer alan bu antik yerleşmeden, tarih boyunca istilalar ve akınlar nedeniyle devamlı yıkımlar yaşamasına rağmen pek çok kalıntı günümüze kadar ulaşmıştır.

Fotoğraf 8. Bizans dönemi Anadolu Hac yolu güzergâhı. F. Şengül, 2019

Erken Hıristiyanlık döneminde Niğde İstanbul’dan Kilikya’ya ve oradan da kutsal topraklara ulaşan Hac yolu üzerinde yer alır. Tarihte ilk Hac yolculuğu M.S. 325 yılında Bizans İmparatoru I.Konstantin’in Hıristiyanlığı resmi din ilan etmesinin ardından annesi Helena’yı İsa’nın doğduğu kutsal toprakları ziyaret edip, kilise inşa etmek üzere Kudüs’e göndermesi ile başlamıştır. İlk hacı olarak kabul edilen Helena’nın Kudüs yolculuğu sırasında İsa’nın çarmıha gerildiği haçın parçalarına ulaştığına dair inançların yayılması ile 4.yüzyılda Kudüs’ü ziyaret ve hac faaliyetleri önem kazanmıştır (F.Şengül, 2019)

W.J. Hamilton 1842 tarihli seyahatnamesinde Niğde’nin 8 km doğusunda yer alan Andaval (Aktaş)’da Konstantin adına yapılmış bir kiliseden bahseder. Yapının ilk planını çizen Strzygowski kiliseyi “Ajos Konstantinos” olarak adlandırır ve rivayete göre, kiliseyi Kudüs yolculuğu sırasında Helena’nın yaptırdığını söyler. Günümüze ulaşan Konstantin ve Helena Kilisesi, bu hac yolu üzerinde Helena’nın yaptırdığı ilk kilisenin yerinde veya yakınında büyük olasılıkla 5. veya 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Ayasofya ile yaşıttır. Kilise 2010-16 tarihlerinde Niğde Müzesi Müdürlüğü başkanlığında Hacettepe Ünv. Prof. Dr. M. Sacit Pekak tarafından restore edilmiştir.

Fotoğraf 9-10. 5 veya 6. yüzyılda inşa edilen Niğde Andaval (Aktaş) Konstantin ve Helena Kilisesi. U.D. Sökmen, 2023

1927 yılında Niğde’ye gelen Prof. Albert Gabriel Niğde Tarihi adlı kitabında bölgeden geçen bu kadim güzergâhı şöyle tarif eder: “Kayseri’den çıkan ve Erciyes dağını dolaşan bir yol güneye yönelir, sonra güneydoğuya kıvrılır, Torosları geçer ve Kilikya ovasına çıkar; bu en eski zamanlardan beri ticaretin ve istilaların başlıca yolu oldu. Yüzyıllar boyunca tüccarların kervanları ve fatihlerin orduları bu yoldan geçtiler. Bugün dahi modern bir şoseden yolcusunu Kayseri’den Ulukışla’ya götüren otomobil ve Torosları aşan ray, üzerinde Andabalis (Andaval-Aktaş), Tyana(Kemerhisar), Cyzistra (Zencibar), Caena, Podantus (Pozantı) gibi tarihi şehirlerin bulunduğu bu kadim yolu takip ederler.”

NİĞDE MİMARİ MİRASINDA ÇEVRE KÜLTÜRLERİN İZLERİ

Geniş bir coğrafyanın zengin yapı kültürünü harmanlayan Kapadokya, Hatti çağından bu yana kendine özgü bir yapı geleneği ve üslubu yaratmıştır. Tarih boyunca pek çok medeniyetin hâkimiyetinde kalan ve ticaret yolları sayesinde farklı kültür alanlarıyla etkileşime giren bölgenin mimari mirasında Suriye’den Ege’ye, Orta Asya’dan İran’a uzanan etki ve izleri görmek mümkündür.

Geleneksel Niğde evlerinde görülen ve “HANAY” adı verilen sütunlu girişler Anadolu – Kuzey Suriye kökenli bir yapı türü olan “Hilâni”lerle benzer özellik taşırlar. Hilani ismi Hitit dilinde “kapı binası” anlamına gelen “Hilammar” kelimesinden türemiştir

Fotoğraf 11. Kayabaşı Mahallesi’nde yıkılmış bir evin girişindeki Hanay kısmı. U.D. Sökmen, 2022

Fotoğraf 12. Niğde, Fertek Mahallesi geleneksel avlulu bir evin girişindeki Hanay.

U.D. Sökmen, 2022

Demir Çağı’nda Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye, İsrail ve kuzey Mezopotamya’da saray mimarlığında yaygın olarak kullanılmıştır. Bu terim bir, iki ya da üç sütunlu portik şeklinde giriş kısmı ve iki uzun dikdörtgen yaşam biriminden oluşan plan tipleri için kullanıldığı gibi birçok araştırmacıya göre bu yapıları karakterize eden “sütunlu portiko”ları tanımlamak için kullanılır. Eyvan genişliğince yapı cephesinde yer alan bu sütunlu girişler ön sofa görevini görürler (R. Naumann).

Yörede konuk odası olarak adlandırılan ve konutun en önemli mekânı olan selamlıklar bazı evlerde bağımsız ve avludan ulaşılan birimler olarak karşımıza çıkar. Girişlerindeki sütunlu mekânlar ve ince uzun odalarıyla Anadolu’ya özgü ilk konut birimlerinden olan Megaron ile özdeşlik gösterirler (D. Binan). Anadolu’da en eski örnekleri Troya’da görülen ve MÖ. 3. bine tarihlenen megaronlar, uzun duvarları kapı duvarını aşarak dışarıya doğru ilerleyip açık bir avlu oluşturan, derin dikdörtgen odalı bir yapı olarak tanımlanır. Sözcük anlamı olarak Homer dilinde “erkeklerin ocaklı toplantı salonu” anlamına gelmektedir (R. Naumann).

Fotoğraf 13. Aşağı Kayabaşı Mahallesi, Kadriye Atuk Evi. Köşk oda (Selamlık)  U.D. Sökmen, 2022

Fotoğraf 14. Aşağı Kayabaşı Mahallesi, Kadriye Atuk Evi. Köşk oda, avluya inen merdiven henüz yıkılmamış. H. Altuner, 2018

Fotoğraf 15. Anadolu ve Ege’de Megaron planları.
Fahri Işık, 2020. Aktüel Arkeoloji

2019-20 tarihlerinde Erzincan’ın Kemaliye (Eğin) ilçesinde yaptığımız çalışmalarda Ermenilerden kalan konutlarda da selamlık bölümlerinin bulunduğu ve yalnızca erkek konuklar tarafından kullanıldığı tespit edilmiştir. Niğde’deki Rum evlerinde de ailenin yaşadığı bölümden ayrı girişleri olan selamlıklar (konuk odaları) mevcuttur.

Fotoğraf 16. Eskisaray Mahallesi Nusrettin Sokak No:16 Muhtar Rüstem Kaplan Evi. 1904 tarihli evin avlu girişinin sağında merdivenle çıkılan selamlık kısmı. Ev Rum bir avukattan aile tarafından satın alınmış.- U.D. Sökmen, 2023

Görüldüğü gibi konutlarda sadece erkeklerin kullanımına ayrılmış olan mekânların kökeni M.Ö. 3 binlere kadar uzanmaktadır. Bu noktada geleneksel konutlardaki harem ve selamlık gibi kadınlar ve erkekler için ayrı kullanıma sahip biçimlenmenin doğrudan İslam kültürüyle ilişkilendirilmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Harem-Selamlık kullanımı dini kimliklerden ziyade Anadolu halkının yaşam biçiminde ortak bir kültür olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kültürel ortaklık 19. yüzyılda Avrupa’da yaşanan sanayi devrimine bağlı olarak değişen üretim ve ticaret ilişkilerinin Anadolu’daki gayrimüslim halk üzerindeki etkisi sonucu bozulacaktır.

HRİSTİYANLIĞIN BÖLGE KÜLTÜRÜNE VE MİMARİSİNE ETKİSİ

Kapadokya tarih boyunca sık sık istilalar ve saldırılara maruz kalmıştır. Bölgenin volkanik faaliyetler sonucu oluşan sıra dışı coğrafi yapısı yerli halkın bu saldırılar karşısında kendilerini savunabilecekleri korunaklı yerleşimler oluşturmalarına olanak sağlamıştır. Volkanik tüflerden oluşan yamaçları, kayaları ve yer yer bölgeye özgü bir oluşum olan peribacalarını oyarak içlerine yerleşen bölge halkı bu “Ağaçsız Ülke” de yabancı gözlerden büyük bir ustalıkla gizlenen yerleşimler kurmuşlardır. Kayalara oyularak yapılan bu yerleşimler, bölgenin en erken konut türlerini barındırırlar.

Roma dönemi Kapadokyası’nda büyük feodal toprak ağalarının malı olan köylerde yaşayan bölge halkı kötü yaşam koşulları içinde yarı köle durumdadır. Bu şartlarda Hristiyanlık inancı 1. yüzyıldan itibaren bölgede hızla yayılmaya başlar. Pagan kültüre sahip Roma İmparatorluğu’nun bu yeni inanca karşı bölge halkına yaptığı baskılar ve saldırılar korunaklı yeraltı şehirlerinin gelişmesine yol açar (D.Binan).Hristiyanlığın resmi din olarak kabulünden sonra baskılar azalsa da 8. yüzyılda yaşanan ikonoklazm (tasvir kırıcılığı) döneminde bölge yeniden önemli bir sığınma alanı olacaktır.

Bu dönemde Niğde il sınırları içinde bulunan Tyana (Kemerhisar), Andaval (Aktaş), Tenei (Yeşilburç), Fertek, Kayardı, Gümüşler ve daha pek çok yerleşim yerinde yeraltı şehirleri, kaya oyma sığınak alanları ve erken Hristiyan sembolleri ile süslenen kaya oyma manastırlar ve kiliseler yapılmaya başlanır. Gümüşler Manastırı bu dönemin en önemli eserlerindendir.

Fotoğraf 17. Niğde Gümüşler Manastırı Bizans sanatının Anadolu’daki en güzel ve en iyi korunmuş eserlerinden biridir. 8. ve 12. yüzyıllar arası yapılan manastır oldukça büyük bir kaya kütlesi içine kazılmıştır. U.D. Sökmen, 2022

Günümüzde Niğde ve çevresinde geleneksel yerleşim alanlarındaki evlerin büyük kısmında kaçış ve ulaşım için kullanılan yeraltı tünelleri ağının girişlerine hala rastlanmaktadır. Evlerden kalelere, yeraltı şehirlerine kiliselere bağlandığı düşünülen bu tüneller ağının çoğu kapalı ve kullanılmaz durumdadır. Büyük bir kısmı da defineciler tarafından tahrip edilmektedir.

Şekil 1. Derinkuyu ve Kaymaklı’da düz arazideki yerleşimlerin altında çok katlı, binlerce kişinin aylarca yaşayabileceği ikinci bir yerleşim alanı bulunmaktadır. Avcılar, Çavuşin ve Zelve gibi yerleşim birimlerinde vadinin içinde ve yamacında kurulu asıl yerleşimin yukarısında yamaca oyularak yapılmış ikinci bir yerleşim gizlenmiştir. G. Büyükmıhçı

SELÇUKLULARIN NİĞDE’Sİ

11. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk akınları başlar. 1067’de Selçuklular Kayseri’yi alarak Kapadokya’da hâkimiyeti ele geçirirler. Kentlere yerleşen Selçuklular, bölgeye gelen Türklerin tarım yapmayan yarı göçebe yapıda olmaları nedeniyle, sahipsiz kalan tarlaların işlenip yeterli üretimin sağlanabilmesi için yerli Hristiyan halka bazı ayrıcalıklar tanırlar (D. Avcıoğlu). Hristiyan halkın köylere yerleşmesi nedeniyle şehirlerde nüfus azalır ve Bizans döneminin Tyana, Nazianzos gibi önemli bazı kentleri küçülür. Bu dönemde Niğde, Selçuklu Türklerinin önemli bir kültür ve askeri idare merkezi olarak sosyal ve ekonomik yönden gelişmeye başlar.

Selçuklu yönetiminde yerleşilen alan, bugün Beden veya Kale Mahallesi olarak adlandırılan surlarla çevrelenmiş Alâeddin tepesidir. Tepede bulunan kalenin M.Ö. 12. yüzyılda Hitit Kralı Sarruannas’ın hâkimiyetinde olduğu bilinmekte ise de şehrin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. (A. Akşit, 2005). Halil Ethem Hititlere ait bulunan iki kale kitabesinden birinin İstanbul’a gönderildiğini, diğerinin ise İngiltere’ye kaçırıldığını aktarır (Halil Ethem, Niğde Kılavuzu 1936).

Fotoğraf 18. Alâeddin Camii (1223) Niğde’de Selçuklulardan günümüze kalan en önemli eserdir.  U.D. Sökmen, 2022

Selçuklu şehirlerinin genellikle bir Bizans şehrinin üzerinde veya hemen yanında kurulup geliştiği bilinmektedir. Mimari eserler yanında bugün kullanılmakta olan şehir isimleri de bu sürekliliğe işaret eder. Daha evvel İkonium, Caesareia, Sebasteia olarak bilinen şehir isimleri Türk fonetiğine uygun bir hale getirilerek Konya, Kayseri, Sivas olmuştur. Niğde’nin de Nahita isminde bir yerleşim biriminin üzerinde geliştiği bilinmektedir. Ancak şehrin Türklerden evvelki durumu hakkında yeterli bilgi bulunmadığı için Bizans’tan devralınan eski şehrin Selçuklu şehrini nasıl etkilediği hususunda bilgi bulunmamaktadır (A. Akşit).

Fotoğraf-20. Geleneksel Niğde evleri ve üst kısımda Niğde Kalesi ve Rahmaniye Mescidi, 1932. Şevki Aytekin (Ö.F. Gürer Arşivi)

Fotoğraf 21. Niğde İç kale – Alaeddin Tepesi üzerindeki Kale, Rahmaniye Mescidi ve Alaeddin Cami, aşağıda dörtgen çatılı Sungur Bey Camii ve Bedesten, çevresinde Sungur (Eskisaray) Mahallesi 1944.

Kalenin yanında bulunan Rahmaniye Mescidi Türklerin fethinden hemen sonra Alaeddin Tepesi’ne yerleştiklerini göstermektedir. Mescidin her ne kadar 1747 tarihinde inşa edildiği kabul edilse de yerinde ilk fetih yıllarının hatırasını taşıyan başka bir yapı bulunmaktaydı. Bilindiği üzere ele geçirilen şehirlerde bir kilise hemen mescit veya cami haline getirilmekte ve şehrin ilk mahallesi umumiyetle Fatih, Fetih, Fethiyye ismi verilen bu yapı civarında kurulmaktaydı. Niğde ve civarını fethedenlerin de bugün Rahmaniye Mescidinin yerinde bulunan bir mabedi mescid haline getirerek bu yapı civarına yerleştikleri anlaşılmaktadır. Yapının Fatih Camii olarak kaydedilmesi de bu hususu teyit etmektedir.

Fotoğraf 19. Kalenin yanında bulunan Rahmaniye Mescidi. U.D. Sökmen, 2022

Diğer şehirlerde olduğu gibi Niğde’deki mahalleler de etnik ve dini farklara göre birbirinden ayrılmıştı. Yukarıda da işaret edildiği üzere iç kaledeki bir mabedin mescide çevrilmiş olması burada yaşayan gayrimüslimlerin şehrin başka bir kesimine gönderildiklerini akla getirmektedir. Mahalle-i Zimmîyan ve Mahalle-i Ermenîyan isimli 16. yüzyıl mahalleleri bu hususu işaret etmektedir. Ancak gayrimüslimlerin Selçuklular devrinde şehrin neresinde ikamet ettiklerine dair bir bilgi yoktur (A. Akşit).

Fotoğraf 22. Hüdavent Hatun Türbesi. Selçuklu hükümdarı 4. Rükneddin Kılıçaslan’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1312 yılında yaptırılan türbe Selçuklu sanatının inceliğini yansıtan geometrik motiflerle kaplıdır. U.D. Sökmen, 2023

Fotoğraf 23. Hüdavent Hatun Türbesi’ni süsleyen geometrik bezemeler. U.D. Sökmen, 2023

1813’te Niğde’ye gelen Kinneir’in bahsettiği bazı önemli anıtsal kalıntılar bize bu dönem hakkında bazı ipuçları verir; “Surların henüz ayakta duran parçası şüphesiz çok eskidir ve yaşlanma ile yapılarında kullanılan büyük taşlar devrilmişlerdir. Mermerden birçok sütun gövdeleri gördüm, sütun başlıkları ve sütun kaideleri dağınık halde sokaklarda bulunmaktadır.”   1834’te Texier’in ziyareti sırasında bu mevcut kalıntılar artık kaybolmuştur (A. Gabriel).

Fotoğraf 24, 25, 26. Karamanoğulları Beyliği döneminde inşa edilen (1413-14) Eskiciler Mescidi ve son cemaat yerindeki devşirme sütunlar.
U.D. Sökmen, 2022

Şehrin ilk kuruluşuna ait bahsi geçen yapı kalıntılarının daha sonraki dönemlerin imar faaliyetlerinde yeni yapıların inşa malzemesi olarak kullanılmış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Günümüze ulaşmış tarihi yapılarda devşirme malzeme olarak kullanılan kalıntıların araştırılması, tespit ve tarihlenmesi, kalenin hemen dışında yer alan bölgenin Eskisaray Mahallesi ismiyle anılmasının sebebi bu doğrultuda araştırılması gereken önemli konulardır.

14.yüzyılda Selçukluların diğer şehirleri gibi Niğde de Moğolların (İlhanlı) hâkimiyeti altına girer (1308–1335). Anadolu’ya gönderilen yedi Moğol aşiretinden biri Niğde yakınlarındaki geçitleri gözetlemeye memur edilir. Bu aşiretin şeflerinden olan Sungur Bey günümüzde de adını taşıyan camiyi yaptırmıştır. Bu dönemden itibaren, şehrin yavaş yavaş sur dışına taştığı görülür; Sungur Bey Camii (1335) surun güney kapısının hemen yakınına yapılmış, Kale dışındaki ilk yerleşim olan Sungur Bey Mahallesi de bu camii etrafında kurulmuştur (Özbek, 2010).

Fotoğraf 27, 28. Sungurbey Camii, 1928 tarihindeki ve günümüzdeki durumu – U.D. Sökmen, 2022

Fotoğraf 29.  Niğde Ak Medrese taç kapısı
U.D. Sökmen, 2022

KARAMANLILARIN NİĞDE’Sİ

Anadolu Selçuklu Devleti’nin ardından bölgede kurulan Karamanoğlu Beyliği, 13. yüzyılda Anadolu’daki en güçlü Türk beyliklerindendir. İki yüz yılı aşkın bir süre Konya, Niğde, Nevşehir, Kayseri ve Ankara civarında hüküm sürdükten sonra, bir eyalet olarak Osmanlı Devletine bağlanan Karamanlıların Osmanlılar ile çekişmeleri hiçbir dönem bitmemiştir.

Eyalet halkının büyük bir bölümünü oluşturan Karamanlılar, anadili Türkçe olan, Yunan alfabesiyle Türkçe okuyup yazan Ortodokslardır. Karamanlıların etnik kökeni hakkında, bölgeye 7. ve 8. yüzyılda gelerek Bizans yönetiminde Hristiyanlığı kabul eden Türkler ya da Selçuklu döneminden itibaren Yunanca yerine Türkçeyi benimseyen Rumlar oldukları konusunda iki ayrı görüş vardır.

Karamanoğulları Beyliği döneminde (1366–1470) Niğde üç kez yönetim merkezi olur, şehir önemli yapılarla donatılır. Bu yapıların en güzel ve ihtişamlısı 1409-10 tarihli Ak Medresedir. Karamanlılar, Selçuklu yönetiminin ve kültürünün yoğunlaştığı yörelerde hüküm sürdükleri ve kendilerini bu devletin varisi saydıkları için mimarlık alanında da büyük ölçüde Selçukluların mirasına sahip çıkmıştır. (B. Tanman)

Şekil 2. 1630’larda Irak Seferi’ne katılan Matrakçı Nasuh’un yaptığı gravüre göre Niğde

OSMANLILARIN NİĞDE’Sİ

Niğde 1470’den sonra Osmanlı hâkimiyetine girer ve İmparatorluğun sağladığı güven ortamı içinde kale ve surlar fonksiyonunu kaybeder, şehir sur dışına yayılır. Şehrin mekânsal yapısı imparatorluğun en parlak dönemini yaşadığı 15. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar uzun bir dönem durağan bir yapı gösterir (S. Aktüre).

Bu dönemde Niğde çevresinde en büyük değişim Nevşehir kazasının 1727 yılında kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Zamanın Sadrazamı Damat İbrahim Paşa doğduğu köyü kasaba yaparak, burada büyük bir imar ve iskân çalışması başlatmıştır. Niğde, Kayseri, Aksaray ve Nevşehir çevresinde yaşayan cemaatlerin önemli bir kısmı yeni kurulan şehre yerleştirilmişlerdir. Boynuinceli oymaklarından şehirde taş evler yapmaya kudretleri olanlar ilk iskân edilenler olmuşlardır. Şehir çevresinde yeterince toprağı olmayanlara Aksaray’da harap köylerden çiftlik topraklar tahsis edilmiş, ev yapmaya mali kudreti olmayanlara sulak fakat harap köyler iskân sahası olarak gösterilmiştir. Niğde çevresindeki yer, köy ve mezra isimlerinin bir kısmı bu konar-göçer aşiret ve cemaatlerin yerleşimlerinin izlerini taşımaktadır (Ş. Bayrak).

Osmanlı İmparatorluğu döneminde halk mezhep ya da dinlerine göre gruplandırılmış ve bu gruplara ‘millet’ adı verilmiştir. Bölgedeki gayrimüslim halk, verilen özerklikler sayesinde kendi yaşam biçimini sürdürmüş ve zengin bir kültürel mozaik oluşmasına neden olmuştur.

Fotoğraf 30. Bir Osmanlı dönemi eseri olan Murat Paşa Camii. 17. Yüzyıl ortaları. U.D. Sökmen 2023 Fotoğraf 31. Murat Paşa Külliyesinde bulunan Paşa Hamamı önünde kadınlar. U.D. Sökmen, 2023

FRANSIZ İHTİLALİ, SANAYİ DEVRİMİ VE 19. YÜZYILDAKİ DEĞİŞİMLER

19. yüzyılda Anadolu, batıda yaşanan bir dizi gelişme sonucu önemli kültürel farklılaşmalara yol açacak bir değişime sahne olur. 1789 Fransız İhtilali sonucu tüm dünyaya yayılan ‘milliyetçilik’ akımının etkisiyle 1839’da gayrimüslimlerin Müslümanlarla ‘eşitliği’ ilkesi kabul edilerek din esasına dayalı millet sistemi terk edilir ve kozmopolit bir ‘Osmanlılık’ fikri benimsenir. Yeni bir statü kazanan gayrimüslimler, bir yandan Müslümanlara sağlanan haklardan yararlanırken diğer yandan askerlikten muaf olmaları sebebiyle eğitim ve ticaret alanında kendilerini geliştirme fırsatı kazanırlar.

Avrupa’da yaşanan sanayi devriminin ardından 19. yüzyılın ikinci yarısında kentlerdeki üretim için gerekli hammadde ve tarımsal ürünler Avrupa’da hızla gelişen endüstrinin talebi sonucu dış ticarete kayar. Yeni bir ulaşım aracı olan demiryolunun Anadolu’ya girişi de bu koşullarda gerçekleşir.  Bu değişim süreci içinde kentlerdeki zanaatlar çökerken onların yerine batının fabrika ürünleri Anadolu’daki kent pazarlarını doldurur.

Fotoğraf 32, Niğde Eskisaray Mahallesi, yıkılmakta olan bir konak. U.D. Sökmen, 2023

Fotoğraf 33, Niğde Yeşilburç (Tenei) Köyü’nde bir ev. 
U.D. Sökmen, 2022

Bu yeni ilişkiler düzeninde Anadolu kentinde sosyal tabakalaşma açısından başlıca iki kesim ortaya çıkar. Bunlardan ilki dış ticaretle uğraşan ve bu yoldan zengin olan Rum tüccarlar ile bu ürünleri köylüden toplayarak küçük ölçekte toptan-veresiye ticaretle uğraşan Ermeniler; diğeri ise kentlerde çökmekte olan zanaatlarla ve perakende ticaretle uğraşan küçük esnaf ve zanaatkârlardır ki bunların çoğunluğunu Müslüman Türkler oluşturur (S. Aktüre).

Gayrimüslim tüccar zümresi, hizmet ettikleri yabancı devletlerden himaye statüsü alınca, servet biriktirip toplum içinde oldukça güçlü ve ayrıcalıklı bir konuma geçerler (Arel, 1982). 19. yüzyıl bitiminde Anadolu’daki Rumlar bir milyonun üzerinde bir sayıya yükselir (Augustinos, 1997).

Bu dönemde Anadolu’ya gelen Ramsay, Rum halkın yoğun olduğu köylerin genellikle geniş, iyi inşa edilmiş, Müslüman köylerinin sefalet ve yoksulluğuyla zıtlık teşkil edercesine zengin ve konforlu bir görünüşe sahip olduğunu söyler. Bu gözlem bundan tam bir yüzyıl önce Anadolu’ya gelen Greffith’in gözleminin tam tersidir ve azınlıklara verilen ayrıcalıkların Müslüman halkın aleyhine nasıl sonuçlar doğurmuş olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. (D.Binan).

1856 Islahat Fermanı, bunu takip eden 1858 Arazi Kanunu ve 1867 yabancı uyruklara taşınmaza tasarruf hakkı veren kanunlar sonucunda ülkedeki gayrimüslimler ve yabancı uyruklular ekonomik gelişmişlikleriyle koşut olarak Anadolu kentlerinde dikkat çekici boyutlarda konut yaptırma etkinliğinde bulunurlar. Gayrimüslimlerin yoğun olduğu Kapadokya bölgesinde de bu tarihten itibaren hızlı bir yığma kâgir konut inşası görülür (S. Yerasimos, 1986). Niğde’de günümüze ulaşan geleneksel konutların çoğu bu dönemde yapılan konutlardır.

NİĞDE’NİN GELENEKSEL, ”YENİ” KONUTLARI

Niğde’de, tarihi kentin ilk çekirdeğini oluşturan Kale (Alâeddin) Mahallesi,  sur dışındaki Şehiriçi bölgesi ve Kalenin eteğine yayılan Eskisaray (Sungur) Mahallesidir. Kale ve Şehiriçi’nde Türkler, Eskisaray bölgesinde daha çok gayrimüslimler oturmaktadır. Bu ilk çekirdek alana geç dönemde iki yerleşim alanı daha eklenmiştir. Bunlardan Kayabaşı Mahallesi Rumların, Tepeviran (Tepeyran) mahallesi ise aristokrat Türklerin yerleşim alanı olmuştur. Kale mahallesinin karşı tepelerinde gelişen bu yeni yerleşimler nehir yatağı üzerindeki geniş bir mezarlık alanıyla eski şehirden ayrılmaktadır.

Şekil 3, Niğde yerleşim alanları. (K. Özbek)

Fotoğraf 34. 1927 yılında Niğde Kalesi ve Kale Mahallesi geleneksel evleri. (A. Gabriel)

1927 yılında Niğde’de incelemeler yapan A.Gabriel pek beğenmediğini belirttiği bu “yeni” konutları şöyle tarif eder: “Son 100 yıl içinde yapılan evlerin pek çoğu mimari özellikten mahrum bulunmaktadır. Mamafi, yakın zamanlarda inşa edilmiş olmalarına rağmen bu evlerden bazılarında bir mimari etkinin aranmasıyla beraber eski formüllerin devamının bir arada gösterildiği görülmektedir. Bu evler tamamıyla dayanıklı ve oldukça düzgün yontulmuş ufkî sıra trakit taşlarından yapılmışlardır. Bu evler çok defalar revaklı iç avlulara ve bilhassa taştan şahnişinlere maliktirler. Bu şahnişinler Kayseri’de olduğu gibi ağaç dayaklara değil, sert taştan büyük desteklere dayanmaktadır. Bu evlerde bazı çörtenler stilize edilmiş hayvan şeklindedirler; Timsaha benzeyen bu çörtenlerden biri, üzerinde kaba tarzda işlenmiş kartal kabartması bulunan bir desteğe dayanmaktadır. Saçaklara, pervazlara, kapı ve pencere sövelerine Ortaçağ Müslüman ve Bizans motiflerinin oldukça acemi bir şekilde oyulmuş olduğuna rastlanılmaktadır. Bizans motiflerinde kapı üst sövelerinin üstünde ağırlığı üst sövenin ayaklarına dağıtan sepetkulpu biçiminde basık kemerlerin kullanıldığı görülmektedir.”

Genel özellikleriyle baktığımızda Niğde’nin geleneksel konutları topografyayla uyum içinde, yamaçlara teraslar halinde yerleşen, düz damlı, kaya oyma mekânlar, tonozlu eyvanlar ve yığma bölümlerin birlikte harmanlandığı konutlardır. Yüksek duvarla çevrili hayat adı verilen avlularla birlikte biçimlenirler ve ihtiyaç olduğunda kayaların içine oyularak veya dışa eklenen mekânlarla genişleyebilirler.

Bölgede Hıristiyanların daha varlıklı olup Batı mimari etkisi altında daha geniş konutlar inşa ettikleri Tanzimat dönemine kadar Müslüman ve Hristiyan konutları arasında neredeyse hiç fark yoktur (İmamoğlu, 2010).

19. yüzyıl sonundan itibaren genelde simetrik biçimleriyle diğer konutlardan ayrılan, kullanıcının sosyal statüsünü ve ekonomik durumunu göstermeyi amaçlayan zengin plan ve taş bezemeli cephelere sahip, tek defada planlı olarak üretilmiş ve tamamlanmış konutların inşa edildiği görülür.

Fotoğraf 35, 36. Kayabaşı Mahallesi 19. ve 20. yüzyıl Rum evleri. U.D. Sökmen, 2022

Birden fazla misafir odası bulunan bu evler ticaretle uğraşan ev sahiplerinin yaşam biçimindeki değişimi yansıtır. Evlerdeki süslü taş konsollar üzerindeki çıkmalar, taş sütunların taşıdığı kemerli kapılar, revaklı taş oyma bezemeli balkonlar, Ortaçağ yapılarından esinlenmiş kabartma hayvan motifleri gibi bezemeler Hıristiyan ustalar tarafından yapılmıştır ve daha çok Hıristiyan halkın evlerinde bulunur (D. Kuban).

Bölgeyle ilgili yapılan bazı çalışmalarda avlulu evlerin Müslüman Türklere, avlusuz evlerin gayrimüslimlere ait olduğu şeklinde hatalı bir genellemeye gidildiği görülmüştür. 2022 yılı çalışmalarımızda Niğde ve çevresinde Rumlardan kalan ve avlulu olan pek çok konut olduğu tespit edilmiştir. 

Fotoğraf 37. Yüksek bahçe duvarları ile gözlerden gizlenmiş Niyazi Özmen Evi avlu kapısı. Aşağı Kayabaşı Mahallesi – U.D. Sökmen, 2022

Fotoğraf 38. Aşağı Kayabaşı Mahallesi, Başaran Karabulut Evi. Rumlardan kalan evin giriş avlusu. U.D. Sökmen, 2022. Altta evin plan şeması, H.Altuner

19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında daha çok ticaretle uğraşan gayrimüslimlere ait Avrupa etkisindeki avlusuz yeni konutların bu yanılgıya neden olduğu söylenebilir.

Niğde’ye yakın bir yerleşim olan Ürgüp’te yapılan çalışmalar da bu tespitimizi desteklemektedir. “Ürgüp’te incelenen konakların hepsinde avlu kullanımı görülmektedir Bu sonuç, Türk evlerinin içe dönük, gayrimüslim evlerinin dışa dönük olduğu savını desteklememektedir. Kale ve çevresinde yerleşim gösteren Türk mahallelerinde yer-arazi koşullarından dolayı yapılamayan avlu, Rum mahallelerinin daha düz bir topografyaya sahip olması sebebiyle yapılabilmiştir. Ürgüp yerleşimindeki Rum ve Türk evinde benzer mekân kullanımı görülmektedir. Farklı olarak Rum evlerinde ikona odası-ev şapeli olarak adlandırılan ibadet için ayrılmış küçük odalar görülmektedir.“ (A. Dirik)

1923-24 MÜBADELE DÖNEMİ

Niğde 1923 öncesi Anadolu’da en yoğun gayrimüslim nüfusun yaşadığı illerden biriydi. Rumların yanı sıra Türkçe konuşan Hristiyan Karamanlılar, sayıca daha az Ermeni, Yahudi ve Protestanlar bölgenin gayrimüslim halkını oluşturmaktaydı. Bu sosyal doku 1923-24 yılında yaşanan mübadele ile önemli ölçüde değişime uğramış, Lozan Barış Antlaşması sırasında Yunanistan ile imzalanan “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine ilişkin Sözleşme” her iki ülkenin demografik yapısında önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 1914 nüfus verilerine göre; % 30’u Rum % 2’si Ermeni olmak üzere toplam % 32’lik gayrimüslim nüfusun yaşadığı Niğde’de, göç hareketi sonrasında, hiç gayrimüslim nüfus kalmamıştır. Dolayısıyla Yunanistan’dan gelerek iskân edilen göçmenlerin en çok yerleştiği yerlerden birisi de Niğde’dir (S. Özkan).

1914–1925 tarihlerinde Türkiye dışına göç eden 1 milyonu aşkın Rum nüfusun, 800 bin kadarı sanat ve ticaret erbabıydı ve büyük çoğunluğu şehirlerde oturmaktaydı. Bu durum şehirlerdeki nüfus dengesinin bozulmasına sebep olmuş, sanayi ve ticaret alanında önemli bir iş gücü açığının oluşmasına yol açmıştır. Mübadele ile gelenlerin büyük kısmı ise köylü nüfus olduğu için köylere yerleştirilmişlerdir (S. Özkan).

Fotoğraf 39, 40.Mübadeleden önce bir Rum yerleşimi olan Yeşilburç (Tenei) Köyü’nde İhsan ve Neriman Bozok’un evlerinde bahçe duvarının tamiratı sırasında keşfettikleri 1500 yıllık şaraphane.
U.D. Sökmen, 2022

Gelen mübadillerin büyük kısmı evlerini kendileri inşa etmemiş, Rumlardan kalan konutlara yerleşmişlerdir. Bu durum bölgedeki geleneksel konutlar için iki farklı sonuç doğurmuştur. Birincisi bırakılan evlere yeniden yerleşilmesi, yıkılarak yok olmalarını önlemiş olması bakımından olumludur.

İkincisi mübadelenin çok hızlı bir süreçle gerçekleşmesi bilgi aktarımını kesintiye uğratmış, gelenlerle gidenler arasında konut yaşam geleneğindeki kültürel farklılıklar evlerdeki birçok alanının tanımsız ve atıl kalmasına yol açmıştır. Özellikle onarım ve yapı ustalığı konusunda büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Bölgedeki eski evlerin sakinleriyle yaptığımız görüşmelerde evin birçok mekânını verimli kullanamadıkları, yaşadıkları konutlara hala yabancı oldukları görülmüştür.

Fotoğraf 41.Niğde Kale Mahallesi konut dokusu 1940Yavuz Esen Arşivi

SONUÇ

Derin bir tarihsel geçmişi olan Niğde, sahip olduğu kültürel mirasın özellikle sivil mimari mirasın korunması konusunda Türkiye’deki pek çok şehir gibi ciddi tehlike altındadır. Ekonomik yetersizlikler, eğitimsizlik ve bilinçsizlik, mülkiyet sıkıntıları ve devletin yetersiz desteği nedeniyle bu miras hızla kaybolmaktadır. Bu hızlı tahribatın en büyük sebeplerinden biri de resmi koruma politikalarındaki hatalardır. Özellikle tek yapı ölçeğinde korumanın esas alınarak tarihi kentlerin bir bütün olan mimari dokusunun, tarihi eser niteliğinde olmadığı yanılsamasıyla yok edilmesi son derece üzücüdür.

Yakın tarihte Niğde Kale Mahallesi’nde kentsel dönüşüm kapsamında yapılan yıkımlar tarihi şehir dokusunda büyük kayıplara yol açmıştır. Sit alanı olan bölgede anıtlar kurulu kararıyla “niteliksiz” olarak değerlendirilen, oysa dokunun bütünlüğü açısından kesinlikle muhafaza edilmesi gereken kısımların yıkımı şehrin tarihi çehresini geri dönülmez şekilde bozmuştur.

Fotoğraf 42, 43, 44. Kale Mahallesi’nin kentsel dönüşüm yıkımlarından sonraki durumu. U.D. Sökmen, 2022

Niğde’de eski eserleri tehdit eden bir diğer önemli unsur da kaçak kazılar ve defineciliktir. Arkeolojik eserlerin yanı sıra, mübadele ile gidenlerin gömerek sakladığı düşünülen altın ve kıymetli eşyaları aramak için yapılan tahribat 100 yıl sonra hala devam etmektedir. Niğde halkının gerek resmi gerekse sivil oluşumlarla bu konuda acil olarak bilinçlenmesi ve şehirlerinin kültürel mirasına sahip çıkması gerekmektedir.

                        ——– O ——–

KAYNAKLAR

AKŞİT, Ahmet. (2005) Selçuklular Devrinde Niğde’nin Fiziki Yapısı. (Niğde Tarihi Üzerine)

AKTÜRE, Sevgi.(1978) 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekânsal Yapı Çözümlemesi.

ALTUNER, Huriye.(2018) Geleneksel Niğde Evleri.

AVCIOĞLU, Doğan.(1982) Türklerin Tarihi.

BAYRAK, Şaban. (2005) 18. Ve 19. Yüzyıllarda Niğde ve Çevresindeki Aşiretler, Eşkıyalık Hareketleri ve Diğer Önemli Olaylar. (Niğde Tarihi Üzerine)

BİNAN, Demet Ulusoy. (1994) Güzelyurt Örneğinde Kapadokya Bölgesi Yığma Taş Konut Mimarisinin Korunması İçin Bir Yöntem Önerisi. Yıldız Teknik Üni. FBE. Doktora Tezi.

BOZİS, Sula. (2020) İstanbul’dan Anadolu’ya Rumların Yemek Kültürü.

BÜYÜKMIHÇI, Gonca.(2000) Anadolu’da Konut, Niğde Evleri.

DIRIK, Aytülü. (2021) Geleneksel Sivil Mimari Doku Üzerinden 19.Yüzyıl Gayrimüslim Yapılarının İncelenmesi; Ürgüp Örneği. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.

Eskimeyen Niğde – Niğde Belediyesi (2011).

GABRIEL, Albert.(1931) Niğde Tarihi.

GÜRER, Ömer Fethi. (2010) Kapadokya’nın Başkenti Niğde.

HAYRİ, Mehmed. (1922) Türkiye’nin Sıhhî İçtımâ’î Coğrafyası Niğde Sancağı.

KUBAN, Doğan.(1995) Türk Hayatlı Evi.

NAUMANN, Rudolf. (1985) Eski Anadolu Mimarlığı.

ÖZBEK, Korcan. (2010) Geleneksel Niğde Evleri Mekansal Araştırması ve Kale Bölgesi Örnek Alanında Konut Yerleşimi ve Tipoloji-Morfoloji İlişkisi. MSGSÜ-FBE Yüksek Lisans Tezi.

ÖZKAN, Salih. (2007) 1923 Tarihli Türk-Rum Nüfus Mübadelesinin Niğde’nin Demografik Yapısına Etkisi. Niğde Üni. Eğitim Fak. Sosyal Bilgiler Eğitimi Böl. Tübar-Makale.

ÖZKARCI, Mehmet. (2014) Türk Kültür Varlıkları Envanteri-Niğde.

SOLMAZ, Funda – GÜÇHAN, N.Şahin. (2011) Geleneksel Konutlarının Mimari Özellikleri.

STRABON. Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV) İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993.

ŞENGÜL, Fatma (2022) Orta Anadolu’da Bizans Dönem Hristiyan Hac Yolları. HEFAD Araştırma Makalesi.

TANMAN, Baha. TDV İslam Ansiklopedisi.

UMAR, Bilge. (1999) İlkçağda Türkiye Halkı.

UMAR, Bilge. (1998) Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi.

UMAR, Bilge. (1993) Türkiye’deki Tarihsel Adlar.

YERASİMOS, Stefanos. (1986) Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye 1-2.

YILMAZ, Faruk. (1999) İlkçağdan Günümüze Niğde Tarihi.